Acar Baltaş: Ortada Olanı Görmek

“İyimserlik eğilimi insan için hem bir lütuf hem de birçok yazımızda belirttiğimiz gibi ciddi riskler taşıma potansiyelindedir. İyimserliğin sağladığı en önemli yarar, zorluklar karşısında direnme ve başarısızlıktan sonra tekrar mücadeleye devam etme kararlılığıdır.”

Büyük çoğunluğumuz dünyayı olduğundan daha adaletli ve iyi bir yer olarak görürüz. Ancak gelecekle ilgili öngörülerimizin çoğu gerçekleşmez. Kendimize koyduğumuz birçok hedefe ulaşamayız. Sahip olduğumuz özelliklerin çoğunu gerçekte olduğundan daha yüksek değerlendiririz. Bunun sonucu olarak geleceği öngörmekle ilgili becerimizi de abartırız ve bu durum bize iyimser bir özgüven verir. Kararlarımızın sonuçlarıyla ilgili iyimser yanlılığımız, belki de zihinsel yanlılığımızın en önemlisidir. İyimserlik eğilimi insan için hem bir lütuf hem de birçok yazımızda belirttiğimiz gibi ciddi riskler taşıma potansiyelindedir. İyimserliğin sağladığı en önemli yarar, zorluklar karşısında direnme ve başarısızlıktan sonra tekrar mücadeleye devam etme kararlılığıdır.

İnsanların çok büyük çoğunluğu kendisinin ortalamadan daha iyi bir sürücü olduğuna inanır. Böyle bir durumda anlam taşıyan ve gerçekçi bir cevap vermek için “ortalama”yı bilmek gerekir. Oysa bu imkânsızdır. Ancak insanlara (çoğunluğun zor bulduğu), “yabancılarla bir konuşmayı başlatmak konusunda ne kadar başarılısınız?” gibi yatkınlık gerektiren bir soru sorulduğunda, yapılan zihinsel değerlendirme sonucu çok kere “ortalamanın altında” değerlendirme yapılır. Bu insanların ancak vasat oldukları bir etkinlikte kendilerini değerlendirirken gerçekçi bir özeleştiri yaptıklarını, severek ve kolaylıkla yürüttüklerine inandıkları diğer faaliyetlerde gerçekçi olmayan bir iyimserlik içinde olduklarını gösterir.

Bu anlatılanlar gerçek hayatta verilen önemli kararlarda insanların büyük hatalar yapmasına neden olabilir. Bu hatalar kişinin hayat arkadaşını seçerken veya özel bir iş girişimi ile ilgili verdiği kararlarda görülür. Küçük işletmelerle ilgili girişimlerin büyük çoğunluğunun başarısızlıkla sonuçlandığını bilen ve bunu dile getiren girişimcilerin, kendi girişimlerinin başarılı olacağına dair inançlarının yüksek olması bunun en sık rastlanan örneklerinden biridir. Örneğin ABD’de küçük işletmelerin yüzde 35’inin işlerini sürdürme süresinin ortalama olarak beş yıl olduğu saptanmıştır. Ancak, “Sizinki gibi bir işletmenin başarı şansı nedir?” sorusuna verilen olumlu cevap oranı yüzde 60 düzeyindedir. Bu girişimcilerin yüzde 81’i, “kendi girişimlerinin başarısını” yüzde 70 olarak değerlendirmiştir. Daha ilginç olan girişimcilerin yüzde 33’ünün başarısızlık ihtimalini “sıfır” olarak görmesidir.1

Yakın çevremde son yedi yılda beş defa el değiştiren bir marketi devralan yeni sahibiyle konuştuğumda, “dükkânı hava parası vermeden ve çok ucuza aldığını, bankadan kredi alarak borçlandığı takdirde, biraz masrafla burasının bayağı iyi iş yapacağını”, söylemişti. Sohbeti biraz derinleştirdiğimde, bundan önceki beş işletmecinin başarısızlık nedeni üzerine hiç düşünmediğini öğrendim. Bu noktada bankaların kredi verirken, açtıkları krediyle iş yapmaya niyetlenen kişinin şansını değerlendirmek yerine, kendi paralarını sağlama alacak garantiler istemelerinin ya çok yanlış ya da çok kurnazca olduğunu düşünmüştüm. Bu durumda kredi pazarlayan kişinin ilgilendiğinin, gerçekte işin başarılı olması değil, pazarladığı krediden alacağı komisyon olduğu anlaşılmaktadır.

Benzer şekilde İngiltere’de evliliklerin yarısının boşanmayla sonuçlandığını bilen yeni evlilerin bütününe yakını kendi evliliklerinin yürüyeceği konusunda kuşku duymazlar.

Bu durumu Kahneman “ortada olanı görmek” (WYSATI ‘what you see is all there is’) olarak tanımlamaktadır.2 Buna Heath Kardeşler, “projektör etkisi” adını vermişlerdir.3 Ortada olanı gören veya projektör etkisi altında olan kişi dört noktada hata yapar:

  • Sadece kendi amacına odaklanır, bilinen ve geçerli olan verileri görmez.
  • Kişi sadece kendi yapmak istediğine odaklandığı için başkalarının beceri ve girişimlerini göz ardı eder. Bunun sonucunda başkalarınca bilinen ve ortada olan ihtimaller göz ardı edilir.

3) Geçmişi açıklamak ve geleceği öngörmek konusunda kendi becerilerine güvenir, kontrolü dışındaki ögelerin ve şansın rolünü hesaba katmaz. Her şeyi kontrol edebileceği yanılgısı içinde olur.
4) Bildiğine odaklanır ve sonucu etkileyebilecek bilmediği veya öngöremeyeceği faktörleri göz ardı eder ve aşırı güven yanılgısını yaşar.

“İnsanlar karar verirken veya bir konuda fikir ortaya koyarken sürekli olarak hata yaparlar. Gençler hata yapar, çünkü bilmediklerini bilmezler. Yetişkinler hata yapar çünkü bildiklerini yeterli kabul ederler. Orta yaşa gelmenin işareti, daha çok haklı olduğuna inanmaya başlamaktır. Yaşlılığın işareti ise, haklılığından hiç kuşku duymamaktır.”

Hemen sonuca varmak

“Ayşe çok zeki ve tuttuğunu koparan bir kişidir. Sizce kendisi iyi bir lider olabilir mi?” sorusu sorulan çoğu kişinin ilk aklına gelen, “evet” cevabıdır. Çünkü insanlar kendilerine sunulan sınırlı bilgiden hareketle, hisseden beyinlerini kullanarak hızla bir sonuca giderler. Ancak Ayşe ile ilgili bundan sonra verilecek iki bilgi, “yozlaşmış ve acımasız” olursa verilecek cevap büyük olasılıkla değişecektir. Çünkü ilk soru sorulduğunda hisseden beyin, “Bir kişinin liderlik becerisini değerlendirmeden önce hangi bilgilere sahip olmam gerekir?” diye düşünmez. “Zeki olmak” ve “tuttuğunu kopartan” bir insan olmak, hisseden beyin için liderlik konusunda bir sonuca gitmek için yeterli gözükür. Ayşe ile ilgili yeni bilgiler geldikçe oluşacak fikir değişebilir. Ancak çok kere soru sormadıkça yeni bilgilerin gelme ihtimali azalır ve ilk izlenim yönünde bir yanlılık (bias) ağır basar. Çünkü hisseden beyin; hızlı, güçlü ancak düşüncesizdir. Buna karşılık düşünen beyin düşünceli ancak zayıf ve yavaştır. Bu nedenle hisseden beyin çok kere düşünen beyni beklemez ve onun önüne geçerek ortada olana odaklanır.

Sonuç

İnsanlar karar verirken veya bir konuda fikir ortaya koyarken sürekli olarak hata yaparlar. Gençler hata yapar, çünkü bilmediklerini bilmezler. Yetişkinler hata yapar çünkü bildiklerini yeterli kabul ederler. Orta yaşa gelmenin işareti, daha çok haklı olduğuna inanmaya başlamaktır. Yaşlılığın işareti ise, haklılığından hiç kuşku duymamaktır.

Odağımızı kontrol edebildiğimizi düşündüğümüz olaylarla sınırladığımızda, etki alanımız dışında yaşananları göz ardı ederiz. Bu durumun “sadece güçlü yönlerimizi öne çıkarıp yaptıklarımızı sürdürerek başarılı olacağımıza inanmak ”tan farkı yoktur. Yeni kaynaklardan gelen bilgiye açık olmak, dünyadaki eğilimleri ve rekabet ortamını yakından izlemek, gelişim alanlarımızı tanımak ve bu alanlarda bize destek verebilecek insanları çevremizde tutmak ortada olanın dışındakileri de görmemizi sağlayacaktır. Belki bu verilerden çıkartabileceğimiz en iyi sonuç, doğru kararlar verebilmek için, daha çok soru sormak ve sunulan bilginin arkasına ve ötesine geçmeye çalışmaktır.

Kaynakça:

  1. Zweig J. Your money and your brain. Simon & Schuster; 2007.
    Kahneman D. Thinking, fast and slow. Macmillan; 2011.
    3. Heath C, Heath D. Doğru karar: hayatınızı değiştirecek en iyi kararları vermek., Boyner Yayınları; , 2014.