Prof. Dr. Erdem Kırkbeşoğlu: Risk algısı bu kadar düşük bir topluma sigorta satmak büyük başarı

Sigorta Dünyası’na konuşan Prof. Dr. Erdem Kırkbeşoğlu, sektörün sürekli odaklandığı mikro konuların gerçekleri gözden kaçırmasına sebep olduğunu söyleyerek, “Bence en temel sorun, halkımızın kaderci bakış açısı ve risk algısının çok düşük olması. Bunu yüz yıllardır kıramıyoruz. Bu, eğitimle ve kamu müdahalesiyle aşılması gereken bir sorun. Ne yazık ki sel yatağına veya fay hattına şehir kuran, iş kazalarında dünyada birincisi olan ve riskli konular karşısında çoğu zaman kaderci bir bakış açısıyla hareket eden bir toplumuz. Açıkçası, bu kadar kaderci ve risk algısı düşük olan bir topluma sigorta satmak çok büyük başarıdır” dedi.

 

Temmuz ayında Türkiye’de sigortacılık alanındaki profesörlük unvanını almaya hak kazanan ilk akademisyen olan Erdem Kırkbeşoğlu, “Sorun acentelerimizde veya şirketlerimizde değil, bu konuda eğitilmiş bir topluma ihtiyacımız var” tespitinde bulundu.

Öncelikle duygularınızı alabilir miyiz? Bir ülkenin sigortacılık konusundaki ilk profesör unvanlı akademisyeni oldunuz, neler söylemek istersiniz?

Çok teşekkür ederim. Açıkçası bir akademisyen için profesör unvanı almak çok değerlidir. Uzun bir akademik çabanın son aşamasını temsil eder. Ancak benim kariyerimde çok daha değerli bir aşamaydı. Üniversite tercihi yaptığım yıllarda Türkiye’nin ikinci sigortacılık lisans programı olan Başkent Üniversitesi Sigortacılık ve Risk Yönetimi Bölümünü %100 burslu olarak tercih etmiştim. Tesadüfi bir tercih değildi. Yoğun bir araştırma sonucunda bu sektörün geleceğine inanarak tercih etmiştim. 2004 yılında birincilikle bölümümü tamamladıktan sonra, staj yaptığım İsviçre Sigorta Orta Anadolu Bölge Müdürlüğünde çalışmaya başladım. Ancak sigortacılık alanında akademik çalışmalar yapmak ve bu alanda gençleri sektöre kazandırmak gibi bir arzum vardı. Mezun olduğum üniversitemde araştırma görevlisi olarak göreve başladım. 2000’li yılların başı, sektör için zor olduğu kadar, akademik gelişim için de çok zorluydu. Sigortacılık alanında yetişmiş bilim insanının olmadığı bir dönemde tek başınıza akademik çalışmalar üretmeye çalışıyorsunuz. Usta çırak ilişkisi bizde çok değerlidir. Ancak bu ilişki köklü akademik disiplinlerde geçerlidir. Ben çoğu zaman tek başıma veya benim gibi sigortacılık alanında çalışan genç akademisyen arkadaşlarımla bunu yapmaya çalıştım. Ancak kişisel olarak hedefim ve çıtam hep batı medeniyetleri düzeyiydi. Gelişmiş ülkelerdeki sigortacılık alanındaki akademik çalışmaları düzenli takip etmeye çalıştım. Öğretim görevliliği, yardımcı doçentlik, doçentlik derken şimdi profesörlük unvanını aldım. İlk olmak çok değerli ancak önemli olan o unvana layık işler yapabilmek. Her zaman çıtam, uluslararası akademik seviyede olmak. Dürüst olmak gerekirse, Türkiye’de bir şekilde profesör olabilirsiniz. Ancak uluslararası elit dergilerde yayınlarınız yoksa, projelerde yer almadıysanız, uluslararası bilimsel kongrelerde söz sahibi olamadıysanız bu başarının çok da önemi olmuyor. Bu aşamada, bunları başararak bu unvana sahip olmak beni fazlasıyla mutlu ediyor. Ben ilk olmaktan ziyade benden sonra gelecek olanlara ilham olmayı çok istedim. Sigortacılık bilim alanının buna çok ihtiyacı var. Akademisyenler sektörü takip ediyor. Belki yirmi yıl sonra tam tersini söylüyor olacağız ve inanın doğrusu da budur. Unvandan ziyade bu alanın daha çok akademik üretime ve projeye ihtiyacı var. Bu da ancak nitelikli akademisyen grubuyla mümkün olabiliyor.

Hocam sigortacılık bölümünün geçmişi çok yeni sayılmaz. Bunca zamanda sizden önce bir profesör çıkmamasının sebepleri neler olabilir?

Sigortacılık alanında gelişim 2000’li yılların başında başladı. O yıllarda alandan yetişmiş öğretim üyeleri bulunmamaktaydı. Farklı akademik alanlardan öğretim üyeleri üniversitelerdeki sigortacılık bölümlerinin kadrosunu oluşturmaktaydı. Bu durumu şöyle ifade edeyim: Akademik dünyada usta çırak ilişkileri çok değerlidir. Yeni nesillerin yetişmesi için profesör ve doçent düzeyindeki öğretim elemanlarının araştırma görevlilerine olan desteğiyle başarılı akademisyenler yetiştirilebilir. 2000’lerde Türkiye’de yalnızca iki lisans programı bulunmaktaydı. Yani akademik bir disiplin olma yolunda henüz emekleme evresini yaşayan sigortacılık, ülkemizde ne yazık ki o yıllarda akademik doygunluğa ulaşamamıştı. Ülkemizde sigortacılıkla ilişkili bilgi üretme görevi ağırlıklı olarak sektör temsilcileri üzerinden yürümekteydi, sigortacılık lisans ve lisansüstü eğitimi alan akademisyen sayısı çok sınırlı düzeydeydi. Zamanla sigortacılık programlarının sayısı artmaya başladı, daha sonra yüksek lisans programları kuruldu. Ancak en büyük ivme 2017 senesinde YÖK’ün sigortacılık doçentliğini resmen kabul etmesiyle sağlandı. Bunu şöyle ifade edeyim: Her akademisyen kariyer yolunda doçentliği elde etmeli ki yeni akademisyenlerin yetişmesine vesile olabilsin. Doçentlik yoksa bilimsel üretim yapabilmek ve bu yolda çaba sarf edecek akademisyenler yetiştirmek mümkün olmuyor. Doçentlik alanı olarak sigortacılığın kabul edilmesi alandaki bilimsel üretimi ve cesareti artırdı. Doktora programları kuruldu. Ancak bu iyimser sürece rağmen halen sigortacılık alanında lisans ve lisansüstü program sayısı ne yazık ki çok sınırlı. Sigortacılık alt yapısına sahip ve kendini bu alana adamış akademisyen sayısı da ne yazık ki hâlâ çok sınırlı. Özetle, akademik çalışmalar olgunlaşma gerektiriyor. Sanıyorum ben ve birkaç akademisyen arkadaşım bu olgunlaşma sürecinin başını çekiyoruz ve belki de en zorlu yolları biz kat ediyoruz. Ancak zamanla sayı artacak ve yeni araştırmacılar yetiştirilebilecektir.

Sigortacılıkta en çok hangi branş ve konular ilginizi çeker? Akademik çalışmalarınızda hangi alanlara yoğunlaştınız?

Alanın çok bakir olması nedeniyle bilimsel çalışma yürütebilecek çok sayıda konu ve sorun var. Konu ayrımı çok fazla yapmıyorum. Ancak sektördeki ulusal sorunları takip etmeye çalışıyorum. 2015-2020 yılları arasında TOBB SAİK ve SEİK’in akademik danışmanlığını yürüttüm ve bu yıllar akademik gelişimime çok fayda sağladı. Çok sayıda proje yapma fırsatı buldum. Bu projelerden bir tanesi olan “Sigorta Acentelerinin Taşıma Kapasitesi Projesi” TÜBİTAK’tan burs almamı ve İngiltere’nin ünlü sigorta profesörleriyle çalışma fırsatı yakalamamı sağladı. Ancak dürüst olmak gerekirse, hayat sigortacılığı ve bireysel emeklilik sistemi, çalışmaktan çok daha fazla keyif aldığım branşlar.

Bu noktada benim için ilginç bir detaydan bahsetmek isterim. 2006 yılında Hacettepe Üniversitesi Teknik Demografi Anabilim Dalında yüksek lisans yaparken, Türkiye ölümlülük verisinden hazırlanmış bir hayat ve anüite tablosunun olmaması dikkatimi çekmişti. Hayat sigorta şirketlerimiz eski tarihli mortalite tablolarından prim hesabı yapmaktaydı. O yıllarda bu konuda tez yazmak istedim ve tezimi başarıyla tamamladım. Çok kısa bir süre sonra Hazine Müsteşarlığı, Türkiye ölüm verilerinden oluşan bir mortalite tablosu hazırlanması görevini Başkent Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesine verdi. Ben de bu ekipte yer aldım. Yüksek lisans tez konum bu sayede daha kapsamlı bir şekilde hayat buldu ve halen sigorta şirketlerince kullanılmakta. Hayat sigortacılığının ve bireysel emeklilik sisteminin dünya sigorta sisteminin lokomotifi olduğuna inanıyorum. Gelişmiş bir sigorta sistemi için uzun vadeli sigorta kollarında gerçekleştirilecek her türlü çabaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Sizce Türk sigortacılığının sorunları nelerdir, çözmek için neler yapılabilir?

Sektörün motorlu taşıt sigortaları noktasındaki dominant yapısı, yıllara göre dalgalı kâr ve zarar durumları yaratıyor. Ancak kişisel görüşüm, sürekli odaklandığımız mikro konular gerçekleri gözden kaçırmamıza sebep oluyor. Bence en temel sorun, halkımızın kaderci bakış açısı ve risk algısının çok düşük olması. Bunu yüz yıllardır kıramıyoruz. Bu eğitimle ve kamu müdahalesiyle desteklenmesi gereken bir sorun. Ne yazık ki sel yatağına veya fay hattına şehir kuran, iş kazalarında dünyada birincisi olan ve riskli konular karşısında çoğu zaman kaderci bir bakış açısıyla hareket eden bir toplumuz. Açıkçası bu kadar kaderci ve risk algısı düşük olan bir toplama sigorta satmak çok büyük başarıdır. Sorun acentelerimizde veya şirketlerimizde değil, bu konuda eğitilmiş bir topluma ihtiyacımız var. Eğitim de diplomadan ibaret değil. Kamu otoritesinin sigorta bilincini artırıcı sistemli bir şekilde çalışmasıyla ivme sağlanabilir. Genç nesillerden başlanması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin ilköğretimden… Basit bir örnek vereyim: Bireysel Emeklilik Sistemimiz dünyada eşi benzeri görülmemiş devlet teşviklerine sahip bir sistem. Ancak gönüllü BES’te katılımcı sayısını yıllardır artıramadık. Halkı bu konuda bilgilendirip eğitemediğiniz sürece bir ivme sağlamak mümkün değil. Hukuki düzenlemeler tek başına anlamlı olmuyor.

Son olarak sigortacılık öğrencilerine tavsiyelerinizi de alabilir miyiz?

Aslında sadece sigortacılık öğrencilerine değil, tüm öğrencilere bir tavsiyem olabilir. 207 üniversitenin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Üniversite diplomasına sahip olmak meşruiyetini kaybetmeye başladı. Bu nedenle öğrencilerimizin üniversite yıllarında sektöre olan ilgileri çok önemli. Dünyada ve ülkedeki genel değişimleri, olup bitenleri, ekonomik sistemdeki değişimleri, sigortacılık sektöründe yaşananları anlık takip ediyor olmaları gerekiyor. Ayrıca sigortacılık alanındaki kitapları, dergileri ve basını takip ediyor olmaları çok önemli. Bu nedenle siz gazetecilerin de çok değerli birer bilgi kaynağı olduğunu düşünüyorum. Buna ek olarak özveri ve sebat çok değerli. Gönüllü stajların ve sektörel deneyimlerin katkısına inanıyorum. Bazı karşılıksız çabalar gelecekte büyük kazanımlar sağlıyor. Para bir şekilde kazanılıyor ancak önce donanım sağlayıcı çabaları gerçekleştirmek gerekiyor. Üniversiteyi bitirince öğrencilerimizi kusursuz bir iş hayatı beklemiyor. Zorlu ve çaba gerektiren bir süreç. Aile konforunun iş hayatında olmayacağını bilmeleri gerekiyor. Bu da daha fazla sektörel etkileşimle anlaşılabilen bir konu.

Zararlı tabloları dönemsel olarak sık göreceğiz

Kişisel görüşüm, sektörün en büyük sorununun kârlılık olduğu yönünde. Kısa vadede sermaye yeterliliğiyle, aktif/pasif ve hasar/prim dengesiyle boğuşan bir sektörümüz var. Şirketlerimiz bu konuda çok zorlanıyorlar ve çok büyük özveri içerisindeler. Ancak motorlu taşıt sigortalarının başarısına duyarlı bir sektör beklentisi içinde olmamız ve risk algısının toplumsal olarak son derece düşük olması nedeniyle dönemsel olarak zararla sonuçlanan tabloları sıklıkla göreceğiz diye düşünüyorum.