Karbon ayak izi: Şirketler için kullanışlı bir aldatmaca yöntemi

Gazeteci ve iklim aktivisti Selin Uğurtaş “karbon ayak izi”nin başlangıçtan günümüze izini sürdü. Uğurtaş’ın, karbon ayak izinin fosil yakıt şirketleri ve plastik şirketlerinin aldatmaca yöntemi haline nasıl dönüştüğünü anlattığı kapsamlı yazısı Teyit.org’da yayınlandı. Sigorta Dünyası olarak bu önemli çalışmanın eko-lojik okurları için hazırladığımız özetini aşağıda paylaşıyoruz.

Yazının tamamı bu linkten görüntülenebilir.

Gazeteci Selin Uğurtaş

1990’lı yıllarda, henüz ‘karbon ayak izi’ kavramı ortaya atılmamışken, ekolojik ayak izimizden söz ediyorduk. Kentlerin taşıyabileceği azami bir insan nüfusu olduğunu savunan British Columbia Üniversitesi ekoloji profesörü William Rees, taşıma kapasitesi kavramını daha anlaşılır kılmak için ‘ekolojik ayak izi’ tanımını ortaya attı.

Ayak izi alegorisinin günümüzdeki şöhretine kavuşması ise fosil yakıt şirketi BP’nin, imajını daha ‘çevre dostu’ hale getirmek için geliştirdiği pazarlama stratejisiyle başladı. BP, büyük petrol yatırımlarını sürdürmesine karşın, markasını ‘British Petroleum’ yerine ‘Beyond Petroleum’ (‘Petrolün Ötesinde’) olarak duyurmaya başladı.

Şirketin, ‘Sizin karbon ayak iziniz kaç?’ sorusuyla başlayan o dönemki reklamlarında, karbon ayak izinin, bireylerin yaptıkları tüketimle yarattıkları karbon kirliliği olduğu açıklıyordu. Küresel karbon emisyonlarının üçte birinden sorumlu 20 şirket arasında bulunan BP, iklim krizindeki payını, bireylerle ortak bir zemine çekivermişti. Şirket 2004 yılında, bireysel karbon ayak izini hesaplayabildiği bir internet sitesi açtı. O sene, 278 bin kullanıcı, sitede karbon ayak izi hesabı yaptı. Ancak kampanyanın başlangıcından bu yana geçen 20 senede, artık kampanya, yeşil aklamanın en iyi örneklerinden biri olarak gösteriliyor.

2016’dan bu yana temiz enerji kaynaklarına 3.2 milyar dolar harcayan şirketin, aynı süre zarfında doğalgaz ve petrol için 84 milyar dolar harcadığı hesaplanıyor.

Sorumlu tüketici mi üretici mi?

Plastik endüstrisi ise, tek kullanımlık ürünler üretmeye odaklanmadan önce dayanıklı plastikler üretiyordu. Tek kullanımlık ürünlerin üretilmeye başlanması bunun daha kârlı ve bilinçli bir tercihti.

Benzer şekilde, 1980’lerde, petrol krizinin ardından petrol talebinin azaldığı bir dönemde, fosil yakıt şirketleri petrol tüketimini artıracak politikalar için lobi faaliyetleri yürüttü . Fosil yakıtlara alternatif temiz enerjiler piyasaya çıktığında ise enerji dönüşümünü yavaşlatacak siyasi kararlara milyon dolarlar harcamaktan kaçınmadılar.

Şirketlerin problemi ‘hatalı tüketim’ olarak tanımlaması, tüketici davranışlarının değişmesi halinde sorunun da ortadan kalkmasını gerektiriyor. Oysa geri dönüştürülmüş plastikleri yeniden kullanmanın ekonomik yolunun bulunamadığını ve bugüne kadar tüketilmiş tüm plastiklerin yüzde 10’undan azının geri dönüştürüldüğünü artık biliyoruz.

Benzer şekilde, özellikle gelişmiş ekonomilerde yaşayanların hayat tarzı değişikliğiyle karbon ayak izlerini anlamlı oranda azaltmaları pek mümkün değil. 2007 yılında yapılan bir çalışmaya göre, Amerika’da yaşayan bir kişinin yıllık karbon emisyonu ortalaması dünya ortalamasının beş katı. Çalışmada, Amerika’da yaşayan bir evsizin dahi karbon emisyonlarının, dünya ortalamasından iki katı olduğu tahmin edildi. Çalışmayı yürüten Prof.  Timothy Gutowski, fosil yakıtlara dayalı bir sistemde, bundan bireysel olarak kaçınmanın pek de mümkün olmadığını belirtti.

Sistemsel değişikliği geciktiriyor

Karbon ayak izi hesaplamalarına odaklanmak, sorunun sistemsel niteliğini göz ardı etmek anlamına geliyor. Çünkü üretimden kaynaklanan bir sorunu, tüketimi şekillendirerek çözmeye çalışıyoruz. Böylece sistemsel taleplerde bulunmaktan da geri duruyoruz.

Araştırmacılar bu yaklaşımı, ‘sorumluluğun bireyselleştirilmesi’ olarak tanımlıyor ve bireyler, doğru şeyleri tükettiklerinde – araba yerine bisiklet, et ve süt ürünleri yerine vegan ürünler gibi – krizin çözümüne yardımcı olduklarını hissediyor. Fakat tüketici kimliğinin bu derece öne çıkması, vatandaş olarak siyasilerden talepleri arka plana itiyor.

Uluslararası Enerji Ajansı’na göre ise 2050 yılına kadar gerçekleşmesi gereken emisyon azaltımlarının yüzde 40’ı endüstriyel dönüşümden kaynaklanacak. Azaltımda bireysel davranış değişikliklerinin payı, yalnızca yüzde dört olarak hesaplanmış. Sistemsel çözümlerin sunulduğu durumlarda, bireylerin bunları destekleyecek adımlar atmaları büyük önem taşıyor. Emisyon azaltımlarında en büyük pay, yüzde 55 ile bu işbirliğinden kaynaklanacak.